home

feminizm, maskülenite ve kafa karışıklığı - tr

bell hooks’un the will to change: men, masculinity, and love kitabını okuyalı bir süre oldu, ingilizce okuduğum için bazı noktalarda anlatılmaya çalışılan konsepti tam kavrayamamış olsam da kitabın benim zihnimde uyandırdıklarını ve hem katıldığım hem de itiraz etmek istediğim mevzuları solidifiye etmek istedim doğrusu.

modern kadın-erkek ilişkilerinin ve problemlerinin “manosphere” bakışından uzak, daha feminist bir taraftan incelenmesi; bu kitabı okumaya niyetlenmemde büyük pay sahibiydi ve yazılan her şeye katılmasam da kitabı okuduğuma çoğunlukla memnun da kaldım diyebilirim.

yazı biraz uzun kaçabilir, önden uyarımı yapayım. kitaptan alıntılar üstünden gideceğim ve kendi fikirlerimle harmanlayıp onaylayacağım yahut itirazlarda bulunacağım. kendi düşüncelerimi parantez içinde belirtmeye çalışacak olsam da bazı kısımları türkçe’ye çevirirken ister istemez objektivitenin kaybolacağını söylemeden geçmeyeyim. haydi başlayalım.


giriş

bell hooks, söze; feminizmin en sağlıklı ve hatta yegane uygulanma yolunun erkekler hakkında konuşmanın üstünden geçtiğini belirterek başlıyor, kadınların kendi güç arayışlarında erkeklerle olan bağlarını reddetmememesi gerektiğini ve reddemeyeceğini iddia ediyor. patriyarkaya olan savaşta erkeklerin de değişmesi gerektiğini ve bizzat ona karşı mücadeleye girişmesi gerektiğini de ekliyor.

ayrıca kadınların, erkeklerin sevgisine ihtiyacı olduğunu dile rahatça getiremeyişine zira bu durumun onların eksikliği gibi algılandığına değiniyor ama bir yandan da bunun tüm kadınların bir ihtiyacı olduğunu da es geçmiyor.

tüm çocukların da baba sevgisi aradığını ama bu arayışta hemen her zaman başarısız olduğunu söylüyor bell hooks, babalarının gösterdiği en ufak pozitif bir dikkat anına razı oluyor çocuklar sadece ve baba sevgisi de neredeyse sınırsız anne sevgisinden çok daha nadir olduğu için kıtlığı sebebiyle değer kazanıyor. (bell hooks kitap boyunca çocuk yetiştirme ve babalık hakkında bolca kelamda bulunuyor ama ben bunları biraz es geçtim fikirlerini ve kendi fikirlerimi buraya dökerken, belirtmeden geçmeyeyim.)

dile getirilemeyen duygular

patriyarkanın erkeklere kendi üzüntü ve yaslarını dile getirmeyi adeta yasak koştuğunu söylüyor bell hooks. patriyarka umursamıyor. öte yandan kadınlar; yüreklerini rahatça açabiliyor, birileriyle konuşabiliyor. patriyarka erkeklere bir çeşit duygusal stoacılık öğütlüyor, erkeklere hissetmemelerini, eğer şans eseri hissederlerse onu gömmelerini, unutmalarını veya o hissin uzaklaşmasını ummalarını öğütlüyor patriyarka. “erkek acısı” isimlendirilmiyor, konuşulmuyor ve haliyle iyileştirilemiyor zira bir sesi dahi yok. sadece erkekler reddetmiyor erkeklerin acısını, kadınlar da bunu yapıyor. duygularını kucaklamaya çalışan erkekler, kadınlar tarafından “needy” veya “attention seeker” olarak görülüyor. güçlü erkek imajının partnerlerinin zayıflıklarını görerek sarsılmasını hoş karşılamıyor kadınlar.

bell hooks bunda, kadınların başarısız hissetme tarafının da etkin olduğunu söylüyor. seksist bir şekilde sevme görevini üstlenmiş kadın, partneri sevilmediğini hissettirince suçlu ve başarısız hissediyor ve biraz da bu sebeple “erkek acısı”nı duymayı reddetme yolunu seçebiliyor.

patriyarkanın değer verdiği tek duygunun öfke olduğunu söylüyor bell hooks. erkeklerin sinirlenmesinin “normal” ve “doğal” olduğunu belirtip bu durumun ilişkide aşkın önüne engel olduğunu söylüyor. (ayrıca gaddar patriyark erkeklerin zararları hakkında bolca laf söylüyor bell hooks ama hakikaten tüm maskülen erkekler dominant, zalim, şiddet yanlısı, sevgisiz mi olmak zorunda? bu tip bir genelleme ne kadar doğru acaba bell abla?)

patriyarka ve bazı roller

patriyarka tanımı olarak; “patriarchy is a political-social system that insists that males are inherently dominating, superior to everything and everyone deemed weak, especially females, and endowed with the right to dominate and rule over the weak and to maintain that dominance through various forms of psychological terrorism and violence. when my older brother and i were born with a year separating us in age, patriarchy determined how we would each be regarded by our parents. both our parents believed in patriarchy; they had been taught patriarchal thinking through religion.” diyor bell hooks. (yorum yapmayacağım üstüne pek, sadece kitap boyu biraz baş ağrıtıyor bu kelimeyi bu kadar sık kullanması yazarın ama baktığı pencere düşünüldüğünde kaçınılmaz olsa gerek bu.)

kendisinin ve kardeşinin çocukluğunu referans alarak birtakım yetiştirilme farklarına değiniyor kızlar ve erkekler arasındaki. kızların, kilisede tanrının erkek oluşu ve kadınların ana görevinin erkeklere yardımcı olmak ve kurallara uymak olduğunu belirtiyor. bunun böyle zihne işlendiğini söylüyor bell hooks ve bunun doğal olanmışçasına düşünce yapısını şekillendirdiğini belirtiyor. erkek kardeşinin güçlü olması, sağlayıcı olması, düşünmesi ve plan yapması gerektiğini ama yetiştirici ve besleyici olmayı reddetmesi gerektiğine “inandırıldığını”, şiddetten keyif almanın normal bir şey olduğunu ve duygularını ifade etmekten kaçınması gerektiğini zihnine kazıdığını belirtiyor. kendisinin herhangi bir mevzuya öfke ile karşılık verdiğinde de bunun “erkek” davranışı olduğu şeklinde uyarıldığını söylüyor, kardeşi öfkelendiğinde de buna neredeyse arka çıkıldığını belirtmeden edemiyor, öfkenin femininenlikten uzak olduğunun sayısız kez ona belirtildiğini söylüyor bell hooks.

adeta cinsiyetlerin yazılmış bir rolde hareket etmesinin normal göründüğünü; erkeklerin öfke ve hizmet edilme, kadınlarınsa duygusallık ve hizmet etme ile ilişkilendirildiğini söylüyor. patriyarkaya göre kadınlar “violent”, erkeklerse “gentle” ve “peaceful” olamıyor.

bell hooks’un kendisi bile, kocasının patriyarkayı kucakladığında daha çok sevgi gördüğünü ve daha çok kadın tarafından onaylandığını, daha çok kadının ilgisini çektiğini belirtiyor. nispeten “gentle” bir gençlikten sonra daha maço bir karakter edindiği otuzlu yaşlarında, ekstra görünürlük ve saygı kazandığını belirtiyor ki. (bence bu inanılmaz önemli,genel olarak sevginin temel alındığını ve patriyarkanın reddedildiği bir düşünce yapısı uzaktan hoş gelse de bunun beni kadınlara karşı daha az çekici yapacağı konusunda kuşkularım çok kuvvetli doğrusu. yine de sağlıklı bir ilişkisi olan her erkeğin bell hooks’un kritik ettiği erkek olmadığı da bir gerçek, kendisiyle ve duygularıyla barışık öte yandan aradığı sevgiyi bulmuş bir erkek olmak da kısmen mümkün olsa gerek? bu da başka bir soruyu doğuruyor; erkek, kendini olduğu gibi sevecek birilerini mi bulmalı yoksa maskülenite/patriyarkayı mı kucaklamalı?)

(çocuk yetiştirirken onları patriyarkadan koruma hakkındaki kısımlar beni pek sarmadığı için pek üstünde durmuyorum ama bell hooks onunla devam ediyor.)

patriyarkanın erkek sorunlarını ve acısını beslediğini yineliyor bell hooks. hem bir feministe hem de antifeministe göre bunun nedeninin “erkek dominasyonunun sallanması” olarak görüldüğünü belirtiyor. modern amerikan anlayışına göre erkek olmanın kontrol edici olmakla eşdeğer olmak olduğunu bu açıdan da tekrarlıyor.

erkeklerin, neden patriyarkadan sıyrılmış, daha acısız, sağlıklı ve kolay bir hayatı kovalamadığını anlayamıyor bell hooks. neden buna isyan etmediklerini anlayamıyor.

(bell hooks kitap boyunca “şiddet” ve “dominasyon” gibi kavramları eleştiriyor ama bence bunların gerekli veya kaçınılmaz olabileceği zamanları atlıyor. üstelik bu özelliklerini öne çıkarabilen bir insanın bunları gerektiğinde değil de gündelik yaşamının her anında kullandığını varsayıyor herhalde. oysa çok güzel bir laf değil miydi “bir bahçede savaşçı olmayı bir savaşta bahçıvan olmaya yeğlerim.”?)

(duygusal ve fiziksel şiddetin çiftlerin mutluluğunu engellediğini ve bunun yine patriyarkanın suçu olduğunu söylüyor bell hooks ama bir erkek bunu yapabilecek kapasiteye sahip olup yapmamayı tercih edemez mi?)

bell hooks’a göre patriyarka, erkekleri çocuk yetiştirme ve disipline etmede şiddete yönlendirdiği gibi kadınları da buna yönlendiriyor. kadınlar bunun normal yetiştirme yolu olduğunu düşünmeye başlıyor kendileri de öyle “hizaya getirildiği” için ve çocuklarına karşı şiddet kullanmaktan kaçınmıyor oluyorlar.

erkeğin kadındaki sevgi arayışı

adölesan dönemde anne sevgisi görmeyen erkekler, bell hooks’a göre, bu sevgiyi ileri hayatlarındaki partnerlerinde arayabiliyor ve zaman içinde bu durum kadının yıpranmasıyla ve nihayetinde erkeği ve ilişkiyi bırakmasıyla sonuçlanabiliyor. bu da erkeklerin sevgiye ve aşka güven yitirmesiyle ve sıkça partnerlerinin kendilerine olan sevgilerini test etmeleriyle sonuçlanıyor ki bu da ilişkinin sonlanmasını hızlandırıyor. (bence burada doğru bir noktaya parmak basıyor bell hooks, benim de gözlemlediğim bir olgu bu. erkek, ne kadar sevgi dilenirse partnerinden partneri o kadar uzaklaşıyor, ki hakkıdır da uzaklaşmak. sağlıklı bir erkeğin kaçınması gereken ilk şeylerden biri kuşkusuz partnerine annesi gibi bakmamak olmalı.)

erkeğin sağlayıcılığının yarattığı örtü

bell hooks, sevginin salt bir duygudan öte bağlılık, sorumluluk, saygı ve güven gibi kavramlardan oluşsan bir aksiyonlar bütünü olduğunu belirtiyor ve sevginin esas görevinin kişinin kendisinin ve partnerinin ruhsal ve duygusal gelişiminin besleyicisi olması olduğunu düşünüyor. kendi babasını örnek göstererek de babasının patriyarkal özelliklerinin bizzat onun sağlayıcılık ve eve bakıcılık çerçevesi altında görmezden gelindiğini ve annesinin, babasının ne kadar çalıştığını öne sürerek onun duygusal körlüğünü ve şiddet yanlısı tarafını hoş karşılamak gerektiğini öğütlediğini anlatıyor.

erkeğin duygusal körlüğü

bell abla, yazısına erkeklerin “intimacy”e sıcak bakan bir çerçeveden yetiştirilmediğini ve duygusal bağlanma arayan kadınların bu nedenle partnerlerinde bunu bulamayışından bahsediyor. ilişkide sadece bir taraf sevgiyi yaratmaya uğraşacaksa ve duygusallığı besleyecekse dominatör tarafın yerinde kalacağını ve ilişkinin bir çeşit güç mücadelesine dönüşeceğini ekliyor. (son cümleyi tam anlamadım, güzel konuşuyor sayın hooks ama erkek “intimate” davrandığında da kaçıngan kadınlar görmemiz bu durumun salt erkek problemi olmadığının göstergesi değil midir?”

patriyarka duygusal açıdan hissetmeyen erkeği ödüllendiriyor ve hisseden erkekler izole kalıyor adeta ve bu izolasyon korkusu da duygularına yaklaşmak isteyen erkeği bundan mahrum kılıyor. (bu bazı noktalardan doğru, hakikaten hem kadınlar hem de erkekler, erkeklerin duygu göstermesi durumunda onlara karşı kısmi bir cephe alabiliyor ama bunda yine cephe alan yegane taraf erkekler değil kuşkusuz.)

cinsellik ve pornografi

buraya direkt önemli bir pasajı aktarıyorum:

“most men and women are not having satisfying and fulfilling sex. we have all heard the notion that men come to relationships looking for sex and not love and that women come to relationships looking for love and not sex. in actuality, men come to sex hoping that it will provide them with all the emotional satisfaction that would come from love. most men think that sex will provide them with a sense of being alive, connected, that sex will offer closeness, intimacy, pleasure. and more often than not sex simply does not deliver the goods. this fact does not lead men to cease obsessing about sex; it intensifies their lust and their longing. if women have been taught through sexist socialization that a journey through the difficult terrain of sex will lead us to our heart’s desire, men have been taught that their heart’s desire should be for sex and more sex. coming in the wake of sexual liberation, women’s liberation seemed to promise heterosexual and bisexual men that women would begin to think the same way males do about sexuality, that female sexuality would become just as predatory, just as obsessive as male sexual desire. lots of men thought this was the promise of paradise. finally they were going to be able to go for the sexual gusto without having to worry about commitment. sexist logic had convinced them and convinces them still that they can have connection and intimacy without commitment, that “have dick will travel” meant that their needs could and would be met on command, at any time, anywhere. in our culture these attitudes toward sexuality have been embraced by most men and many post–sexual liberation, postfeminist women. they are at the root of our cultural obsession with sex. when i first began to write books on love, to talk to lone individuals and then large audiences about the subject, i realized that it was practically impossible to have a serious discussion about love—that discussions of love, especially public conversations, are taboo in our society. yet everyone talks about sex. we see all manner of sexual scenes on our television and movie screens. talking about sex is acceptable. talk shows engage audiences daily with explicit discussions of sexuality. discussions of sex are fundamentally easier to engage in because in patriarchal culture sex has been presented to us as a “natural” desire. most folks believe we are hardwired biologically to long for sex but they do not believe we are hardwired to long for love. almost everyone believes that we can have sex without love; most folks do not believe that a couple can have love in a relationship if there is no sex.”

ve birkaç sayfa sonra ekliyor:

“pornography can sexualize that rage, and it can make sex look like revenge…. everywhere, men are in power, controlling virtually all the economic, political, and social institutions of society. yet individual men do not feel powerful—far from it. most men feel powerless and are often angry at women, whom they perceive as having sexual power over them: the power to arouse them and to give or withhold sex. this fuels both sexual fantasies and the desire for revenge.”

(çoğunlukla farklı nedenlerden köken alsa da hem “manosphere” dünyasında hem de bell hooks’un penceresinde pornografiye karşı bir tutum var ki ben de bu tutumun arkasındayım.)

(bell hooks, modern patriyarkal seksin şiddetli ve dominasyon odaklı olduğunu vesaire yine dile getiriyor ancak seks hem bu şekilde hem de keyif verici olamaz mı? bazı kadınlar cinsel dünyalarında domine edilmeyi istemiyor mu, isteyemez mi, bu da mı patriyarkal bir zihin ürünü yoksa?)

iyileşen erkek

bell hooks’un alıntıladığı bir yazar, “intimacy”i hayata entegre etmeye çalışma pratiği üstüne konuşuyor ve hayatta kalmamızın anahtar rolünün sevgi olduğunu belirtiyor. sevdikçe ve sevildiğimizi hissettikçe yaralarımızın iyileşeceğini ve kalplerimizin güvende hissedeceğini belirtiyor ve ancak bu sayede duygularımıza daha da yaklaşabileceğimizi söylüyor.

“once the “new man” that is the man changed by feminism was represented as a wimp, as overcooked broccoli dominated by powerful females who were secretly longing for his macho counterpart, masses of men lost interest. reacting to this inversion of gender roles, men who were sympathetic chose to stop trying to play a role in female-led feminist movement and became involved with the men’s movement. positively, the men’s movement emphasized the need for men to get in touch with their feelings, to talk with other men. negatively, the men’s movement continued to promote patriarchy by a tacit insistence that in order to be fully self-actualized, men needed to separate from women. the idea that men needed to separate from women to find their true selves just seemed like the old patriarchal message dressed up in a new package.”

feminist maskülenite her erkeğin doğuştan gelen bir değeri olduğunu ve bunu elde etmek için herhangi bir görev yapmaları yahut bir şey kanıtlamaları gerekmediğini söylüyor. erkeğin kovalaması gereken gücün birilerine karşı üstünlük değil de kendinden ve başkalarından sorumlu olabilme gücü olduğunu belirtiyor. (lakin bu doğru mu, her erkek sevilmeyi ve onaylanmayı hak eder mi? eğer böyle diyebiliyorsak bile kadınların partnerleri hakkında düşünme algoritmaları hakikaten bu mudur? emin değilim.)

(erkeklerin duygusal farkındalık yolculuğunu, kendilerini sevme yolunu vesaire tümüyle feminist bir maskülenite çerçevesinden incelemek doğru mu? tüm “male masculinity” gerçekten toksik patriyarkal mıdır? feminizm bazen insan olmanın tüm iyi özelliklerini sahiplenip tüm kötü özellikleri maskülenite ve patriyarkaya dışlıyor gibi hissettirdi bana açıkçası.)

patriyarkal maskülenitenin, “gerçek erkeklerin” erkekliğini kanıtlaması için yalnızlığı ve bağlanmamayı idealize ettiğini söylüyor bell hooks ayrıca. feminist maskülenite ise başkaları ile bağlanmayı ve bir komünite kurmayı destekliyor ona göre. “dünyada hiçbir topluluk yoktur ki tek başına bir erkekten kurulmuş olsun” diye ekliyor. thoreau’nun bile yalnız başına yaşadığı kulübesinde annesine sıkça mektup yazdığını söylüyor. patriyarkanın erkekliği yalnızlığa ittiğini eklemiş oluyor böylece.

bitirmeye yaklaşırken

sonlara doğru kendi etrafındaki erkeklerden ve kendi düşünsel evriminden bahsediyor ve biraz da genel bir özet sunuyor bell hooks:

“as i matured, as my feminist consciousness developed to include the recognition of patriarchal abuse of men, i could hear male pain. i could see men as comrades and fellow travelers on the journey of life and not as existing merely to provide instrumental support. since men have yet to organize a feminist men’s movement that would proclaim the rights of men to emotional awareness and expression, we will not know how many men have indeed tried to express feelings, only to have the women in their lives tune out or be turned off. talking with men, i have been stunned when individual males would confess to sharing intense feelings with a male buddy, only to have that buddy either interrupt to silence the sharing, offer no response, or distance himself. men of all ages who want to talk about feelings usually learn not to go to other men. and if they are heterosexual, they are far more likely to try sharing with women they have been sexually intimate with. women talk about the fact that intimate conversation with males often takes place in the brief moments before and after sex. and of course our mass media provide the image again and again of the man who goes to a sex worker to share his feelings because there is no intimacy in that relationship and therefore no real emotional risk. being “vulnerable” is an emotional state many men seek to avoid. some men spend a lifetime in a state of avoidance and therefore never experience intimacy. sadly, we have all colluded with the patriarchy by faking it with men, pretending levels of intimacy and closeness we do not feel. we tell men we love them when we feel we have absolutely no clue as to who they really are. we tell fathers we love them when we are terrified to share our perceptions of them, our fear that if we disagree, we will be cast out, excommunicated. in this way we all collude with patriarchal culture to make men feel they can have it all, that they can embrace patriarchal manhood and still hold their loved ones dear. in reality, the more patriarchal a man is, the more disconnected he must be from feeling. if he cannot feel, he cannot connect. if he cannot connect, he cannot be intimate.”


off, bilemiyorum. çok uzun sürdü ki bazı kısımları çeviremedim bile. çok tekrara düşebiliyor bell hooks, bazen erkekler özelinde çok genelleme yaptığı da oluyor ve minik minik kendiyle çeliştiği de fakat güzel sunuyor bu konular üstüne düşünen birçok erkeğin kafasındaki açmazları, erkekleri tanımak isteyen kadınların zihnini kurcalayanları. ama çocuk yetiştirme hataları ve ebeveynlik muhabbetleri beni pek açmadı kitap boyu sıkça bahsedilen. yine de zaten yazı boyunca eleştirilerimi ve eklemeleri parantezler içinde belirtmeye çalıştım. sanırım kafamda bazı sorulara cevap olmaktan çok daha çok soru işareti yarattı bell hooks, yine de okuduğuma memnunum diyebilirim the will to change‘i.