home

limonata ve rafadan yumurta - tr

m. serdar kuzuloğlu’nun da 7 sene önce oldukça tatlı bir noktadan değindiği, memleketin en önemli fikir adamlarından biri olan merhum çetin altan’ın hem üzücü türkiye gerçeğini fark ettiren hem de bu konuda hafiften umutsuzluğa sokan enfes yazısı. aşağıdaki kısmı tüm yazının anlatmak istediği noktadır zaten, öncesi biraz hikaye içindir.

yaşam sevgisi bir kültürdür. tıpkı çiçek sevgisi, tıpkı müzik sevgisi, tıpkı yüzme sevgisi gibi… bu sevgi ya vardır, ya yoktur. böyle bir sevgi pekişmemişse; orada insanlar, ne yaratıcı bir yaşama, ne sağlıklı bir aşka, ne keyifli bir yücelmeye fazla kulaç atamazlar… kafası yarım kesik bir horoz gibi, çırpınır, bunalır, önüne geleni suçlar; ne istediğini, ne aradığını, daha doğrusu ne halt edeceğini bir türlü tam kestiremez ve kendilerini de, canım yaşamı da ziyan zebil ede ede, sönüp giderler. yaşam sevgisi; enerjinin, yaşam zevkini kuşaklar boyu ortaklaşa yoğurmasından oluşur. enerji yoksa orada sadece kurnazlık vardır. kurnazlık da, yaşam sevgisiyle yaşam zevkinin en amansız celladıdır.

öncesini sadece anlatılanlardan, okuduklarımdan, izlediklerimden biliyorum kuşkusuz ama ülkenin on yıllardır süregelen vasatlığının hatta abartacak olursam yozlaşmışlığının gayet açık bir anlatısıdır. mevzu sadece “yaşam sevgisi” değildir gerçekten, onun unsurları bir paket gibi gelir adeta. şiir, felsefe, sinema ve birçoğu… bunlar genelde birbirlerinden ayrılmazlar ve milletlerin mayalarında vardır. bir yerlere, bir şekillere evrilirler ama özlerini değiştirmezler. hayatı yaşanılır kılan, mevzubahis bakış açısından ve bu bakışın yarattığı sanat kavramından başka bir şey değildir! belki kolektif ve yoğunca hazırlanmış eğitimler milletlerdeki bu incelik halini yükseltebilir, en azından şansını dener ama türkiye örneğinde çok da başarılı olamamıştır sanki.

toplumların duygusal ve düşünsel olgunlaşmalarında da bu gerçek kendini belli eder. jim rohn vurmamış mıdır yüzümüze “insan, birlikte en çok zaman geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” lafını?

bırakın beş kişiyi, milyonluk bir insan grubunun zihin yapısı ve anlayışı söz konusu olur burada. sadece var olmaktan dahi keyif alanların, bilhassa hayatın kendisiyle gelen zarafeti ve hoşnutluğu özlerinde, içlerinde birazcık bulunduranların da kafasına “toplum” gerçeği balyoz gibi iner. avamlık, benliğinize işleyecek kadar kuvvetli nüfuz edemez size belki ama potansiyeliniz engellenmiştir nihayetinde. sanatçının, aydının yalnızlığı da buradan doğar çoğunlukla. sartre da aynı doğrultudan gitmese de yakın bir sonuca varır aydınlar üzerine’de. kaldı ki bunu fransız milletine mensup birinin demesi bizdeki eksikliğin ne kadar derin ve düzeltilemez olduğunu fark ettirir acı şekilde. bir anlaşamama, olağanüstü çabaya rağmen kendini anlatamama ve karşının ruhunu tanıyamama vardır yani. bu durum kimi zamansa yabancılaşmaya doğru ilerler.

velhasılıkelam, artık o basit ama leziz limonatayı içemeyecek, şöyle güzel bir rafadan yumurta yiyemeyeceksinizdir.