home

makarna - tr

bilmezler onu iliklerine kadar hissetmemiş olanlar esas “yalnızlık”ın ne olduğunu. öyle instagram’dan üç kez mesajlaşıp cumartesi gecesi buluşmaya sözleştiğin kızın ekmesi değildir yalnızlık, hele ekilme sonucu evde netflix izlemeye “zorunlu kalmak”, 21. yüzyıl orta sınıf duygusallığı yapmak hiç değildir.

instagram nedir bilmemektir, flört nedir bilmemektir, dokunamamaktır, dokunmamış olmaktır yalnızlık. ucuz romantizmi hiç sevmemek, varoş edebiyatından da nefret etmektir ama aynı zamanda çok iyi empati yapabilmektir onlarla. alelade ama yine de huzurlu bir saç kokusundan mahrumiyettir yalnızlık.

sadece gönül muhabbetleri değildir elbette yoksunluğu çekilen. anlayamamaktır, anlaşılamamaktır. daha kötüsü bunun ölene kadar böyle süreceğini hissetmek, vücudundaki en ufak kılcal damara kadar korkuyla dolmaktır. arada gelen “ulan şimdi ölsem kaç gün sonra fark edilirim acaba?” düşüncesidir. i̇yice kokmadan eşek cennetini boyladığının kimse tarafından fark edilmeyeceğini düşünmektir hafif ürkerek.

20 yaşını bitirmeye yaklaşırken bastıran “ne yapıyorum ben?” sorusudur. ersen ve dadaşlar‘ın geçti bor’un pazarı sür eşeği niğde’ye yorumunu buruk tebessümle, hatta tebessüm değil de ne idüğü belirsiz bir ağız hareketiyle dinlemektir. şarkının kendin için yazıldığını fark etmektir, refleks olarak minik bir kahkaha atmaktır ardından, gözlerin hafifçe dolmasıdır.

her şeyden öte, bilmezsin ne yapacağını. en son çare açarsın defteri, bilgisayarı ve yazmaya başlarsın. önemi yoktur da ne yazdığının, maksat konuşmaktır işte kendinle. konuşacak biri olsa zaten hiç düşünür müydün yazmayı?

bir kurtarıcının geleceğini hayal etmektir aynı zamanda yoğun yalnızlık, bu tuhaf ıssızlık. bilirsin sen adım atmadığın sürece kimse seninle ilgilenmeyecektir ama sen adım atmayı geçtim, emeklemeyi dahi bilmiyorsundur. tümüyle yabancısındır, aklına bozkırkurdu gelir, harry haller‘i hatırlar; kendi kurdunu, kendi yabaniliğini aklına getirirsin bir tekrardan. böyle kendi kendine edebiyat yahut müzik göndermesi yapınca zeki hissetmektir yalnızlık.

açsındır ama uyduruk, plastik gibi bir makarna yapacak halin dahi yoktur. damardan hazır gıda almak ne tatlı olurdu dersin, sonra “hadi ordan”ı çekersin kendine, “hadi ordan” da demezsin de sansür uyguluyorsundur tüm bu yazdıklarına, bilirsin yoksa esasında ne dediğini orada. her şeye rağmen koyarsın o makarna suyunu. ton balığı ya da buzlukta köfte varsa az da olsa keyfin yerine gelir. eh, “protein giriyor işte vücuda” dersin, sırıtırsın neredeyse hiç belli olmayacak şekilde.

kitaplara daha çok sarılırsın ama bilirsin zihinsel bir mastürbasyondur yaptığın. sanaldır onlar, sana ifade ettikleri anlamın pratik değeri çok azdır. amiyane tabirle, kitaplar “karın doyurmaz” yani hocam. okuduğun iki kıçı kırık filozofla dünya görüşü belirleyebileceğini zannedersin ama kitabın kapağını açmadan önce dahi biliyorsundur kendini kandırdığını. eh, ortamlarda satmak için okuyacak halin de yoktur zaten, halin de olsa ortamın yoktur, haha.

i̇nsan gibi hissetmek için rutinler yaratır, alışkanlıklar koyarsın kendine. dersin ki “her gün meditasyon yapacağım, düşüncelerimi bir deftere yazacağım, spor salonu düzenini oturtacağım, kariyer için uğraşacağım…” fakat yine de bilirsin kendinle yaptığın bu akdi bozacağını, “birkaç gün oyalar beni en azından” diye düşünür, sarılırsın bu başlangıçta tatlı gözüken ancak sonra havası aniden sönen “hayatımı düzene sokacağım” fikrine.

hayaller kurarsın fakat daha kötüsü haftalar, aylar, seneler önce düşleyip planladıklarını gerçekleştirmediğini hatırlarsın. zamanın geçişi tokat gibi vurur suratına yeniden. klişedir ama pink floyd hakikaten güzel eşlik eder bu bölüm geldiğinde. ergen gibi hissedersin ama iyi gelir yine de. en azından kelimenin tam anlamıyla “yalnız” olmadığını görürsün. david gilmour da benzer şeyler hissediyordur seninle. üstelik dededir zaten o, kendine mahsus ve kendinden gelen bir bilgeliği vardır. childhood’s end‘i maymunlar daktiloda yazmamıştır nihayetinde, sesin titreştirdiği hava atomları kulağında yaşanmışlıkla beraber at sürüyordur, bilirsin bunu. bilmesen bile ilk dinleyişte hissedersin zaten. o ortak ruha hitap ediyordur çünkü. böyle sosyal medyada paylaşmalık laflar üretmeyi de iyi biliyorsundur, aniden “‘sesin titreştirdiği hava atomları at sürüyordur’ ne be?” dersin kendi kendine gülerek.

paylaşmak istersin bu yazdıklarını, pek yüksek ihtimal değil ama paylaşırsın belki birileriyle. laf olsun diye ama sırf, çare beklemezsin kimseden. bekleyemeyeceğinin farkındasındır daha doğrusu. hem güçlü olmak zorundasındır hem de devası pek de yoktur sanki senin derdinin, zehrin kendisi tam anlaşılamamışken panzehiri bulmayı, hazırlamayı umamazsın herhalde. farkındasındır zira, tek mevzu sayısız kez tekrar ettiğin şu meşhur “yalnızlık” değildir. i̇çini bir kurt kemiriyordur, bulup çeksen güzel bir nefes alacak gibi hissedersin ama böyle çirkin metaforlar yaptığınla kalırsın sadece. “kimseden ama hakikaten kimseden hayır yok bana” der, derin bir nefes alırsın, tencereye koyduğun su kaynıyordur fakat ne ton balığı ne köfte ne de peynir kalmıştır bu sefer, sade makarnanın tadı nasıldır çok iyi bilirsin herhalde?

1 eylül 2021 diye boktan bir tarih koyarsın kendinle yaptığın bu konuşmayı bitirirken en alta. eylül bitince beni uyandırın diyesin gelir ama ağzından çıkamadan durmak zorunda kalır boğazında kelimeler. hem bu dediğin gerçekleşse ne olur, ekimde yahut ocakta farklı bir senaryo beklemiyordur ki seni. kaderci olursun birdenbire, diyeceğin çok şey vardır ama ya kalemi tutacak mecalin kalmamıştır ya da parmağını klavyeye basacak gücün.

bilmezler tüm bunları yazdıranın ne olduğunu onlar. bir edebi gönderme daha yapacaksındır ama “yeter artık” dersin, “sonraya kalsın”. eh, elinden gelen tek şey de ilk lokmanı ağzına atarken bu satırları kapatmaktır, “haydi eyvallah, acıktım ben” der, inceden kaçarsın.