home

the dharma bums - tr

türkçe’ye zen kaçıkları şeklinde çevrilen -ki bu çeviri fonetik olarak sevimli, akılda kalıcı olsa da anlam karşılama bakımından hafif yetersiz kalmış olmalı- goodreads‘teki bir kullanıcının “too much bum, not enough dharma.” şeklinde esasında çok doğru bir yorum yaptığı vasat ve muhtemelen bu sebeple hayal kırıklığına uğramamla öncelikle on the road‘a ardından da başka beat kuşağı mensubu yazarlara ve onların eserlerine yelken açmamı geciktirecek jack kerouac kitabı.

spoiler — şüphesiz bomboş bir kitap değil the dharma bums fakat birçok okuyucunun da kitabın vadettiğini düşündüğü konulardan uzak yahut o konulara ucundan değinen bir yapısı var. zen kaçıkları‘nın kaçık kısmına çok daha fazla yoğunlaşmış maalesef kerouac. bu durum da budizm‘in, zen‘in, meditasyonun birçok okuyucu için komik, serseri, sarhoş bir hava yaratmasına neden olabilecek düzeyde. yani karakterlerde bu alanlarda okuma yapma sonucu edinilmiş bir üst-bilinç halinden ziyade berduşluğu ve başıboşluğu budizm‘e yorma şeklinde okunabilecek bir hali var kitabın üzücü şekilde.

ara ara çok tatlı alıntılar, ufak felsefi şovlar olsa da kitabın geneline yayılmış formül (meditasyon+şarap+kadınlar+doğa+otostop+yürüyüş) x 10 şeklinde. tüm bu kavramlar sık sık tekrar ediyor farklı zaman ve mekanlarda. bir “zen kaçığı” olmanın getirisidir şüphesiz bu tip özgür ve nispeten hedoni dolu bir yaşam fakat benim için “meh” dedirtmekten öteye geçemedi. sayısız kez konuşulan, sohbet konusu olan budizm ve dharma hakkında da pek anlamlı olmayan ya da herkesin tahmin edebileceği ufak tespitlerden, anekdotlardan öteye geçemiyor kerouac. yani bu kavramlar hakkında bilgi yahut fikir vermekten ziyade dönemin gençliğinin portresini başarılı şekilde çiziyor, benim de okurken aradığım düşünce bulutu bu değildi maalesef. hülasa; boşluk, geçicilik, dünya yaşamı, ölüm, din üzerine söylenenler tatmin edici değildi.

ayrıca kitap “kesinlikle ama kesinlikle orijinal dilinde okunmalı” dediğim kitaplardan oldu okuma sürecinde zira kerouac kitabı o kadar fazla şiirle, şarkıyla, haiku ile doldurmuş ki çeviri sürecindeki -covid-19 sebebiyle hayatını birkaç ay önce kaybeden- nevzat erkmen‘in nasıl terler akıttığını tahmin dahi edemiyorum, yine de bunlar başarılı sayılırdı, uğraşıldığı belliydi yani.

kerouac‘ın en meşhur kitabı on the road muhakkak. onu okumadan yazarın edebi dili hakkında büyük laflar etmek istemesem de okuyucuyu kitapta tutan bir üslup da yoktu benim nezdimde. uzun ve zor betimlemeler, tekrar eden tasvirler ve olay örgüsü; çok da uzun olmayan bu kitabı benim biraz geniş bir periyotta okumama neden oldu. böyle bir kitaptan bir başlangıç ve varış noktası beklemek özüne aykırı bir davranış olur elbette ama “ne için okudum?”, “şimdi ne oldu?” dedirtmesi de çok olağan birçok meraklısı için kanımca. — spoiler

ben, kitapta bir aidiyet yakalayamadım ama kimsenin de yakalayamayacağını garanti edemem, bu sebeple her ne kadar bağlamdan uzak düşmüş olsalar da bu iki alıntıyı bırakıp yazıyı bitirmek istiyorum;

spoiler — “one day ı will find the right words, and they will be simple.”

“the little flowers grew everywhere around the rocks, and no one had asked them to grow, or me to grow.” — spoiler

sevecenlikle kalın.